10 Şubat 2014 Pazartesi

"Bir" şey olabilmek zor mu?


Bir ürünün ilk aşamasında iki kritik soru var.
Kullanıcıya ne değer yaratacaksın? (Value)
Yaratacağın değeri nasıl hayata geçireceksin? (Execution)

Değer yaratmak için bir çok yöntem var;

  • Bazen, kullanıcının bir problemine çözüm üretirsin; Mobil cihazlardan, legal olarak müzik dinleten Spotify gibi.
  • Bazen, Yeni bir teknoloji geliştirirsin;  Görüntü işleme tekniği ile, resimlerin üzerine "havalı" filtreler giydiren Instagram gibi.
  • Bazen de, var olan bir teknolojinin üzerine yeni bir çözüm üretirsin (fast-follower); iOS7 ile birlikte iPhone kamera uygulamasının içerisinde , Instagram'daki gibi filtrelerin var olması , ya da Apple Siri fikrinden yola çıkan Türkçe versiyonu Turkcell Mobil Asistan gibi.
Sonuçta ne değer yaratırsan yarat, bu değeri nasıl hayata geçirdiğin, nasıl bir deneyim ile kullanıcıya sunduğun, EN AZ yarattığın değer kadar kritiktir.

Bu yüzden de, kullanıcının, ürünle ilk karşılaştığında verdiği tepki ve yaşadığı deneyim, ürünün geleceğini de belirler.
Yaşatacağın ilk deneyim ne kadar anlaşılabilir ve basit ise, başarı şansın da o kadar fazladır.

Örneğin, bir çoğumuz arkadaşımızla mesajlaşmayı Facebook'tan değil WhatsApp'tan, konum paylaşımını Facebook check-in yerine Foursquare'den, kısa video paylaşımını Vine'dan yapıyoruz. Çünkü bu uygulamaların, asıl ve tek işinin bu olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bu ihtiyaçlarımız ortaya çıktığında, aklımıza bu uygulamalar geliyor, çünkü bizde yarattıkları algıya göre, bu işleri en iyi onlar yapıyorlar.
Google denince akla gelen şey ARAMA, ve bunu en iyi yapan şirket. Hatta o kadar iyi yapıyor ki, bir çok kullanıcıya, bir internet sitesinin tam adını yazmak yerine, googleda arayıp, sonuçlarda çıkan linke tıklamak daha pratik geliyor. Google, buradan kazandığı güvenle, reklamcılıktan, harita servisine kadar birçok işini çok daha hızlı yayabilen dev bir internet şirketi oldu.

Yine Amazon denince akla gelen şey alış-veriş sitesi, hem de en iyisi. Onlar da, evrilerek, şu anda dev bir bulut bilişim şirketi olabildi.

Demek ki, yaptığın işi en iyi yapıyor olman, basit görünen bir ürünün bile, dev bir marka yaratmasını sağlayabiliyor. 

4 Şubat 2014 Salı

Fikrini bırak gitsin, dönerse senindir, dönmezse...

Her ürün bir fikir ile başlar. Ama her fikir, ilk akla gelen haliyle uygulanmaz. 

Çok iyi bir fikrin uygulanmış halini gördüğünde. "Abi adamlar çok iyi bir fikir bulmuş" dersin. 
Oysa fikir, Arşimet'in "Evreka (buldum)" dediği hikayede anlatıldığı gibi "bulunan" bir şey değil, "oluşturulan" bir şeydir. 
Aşamalardan geçer, şekilden şekile girer. Yani bir sürecin sonucudur.

Pekii iyi bir fikir nasıl olgunlaştırılır? 
Bu sorunun yüzlerce doğru cevabı olabilir. Çünkü sonuçta soyut, henüz hayata geçmemiş bir şeyden bahsediyoruz.
Doğruluğunu , hayata geçirmeden asla ispatlayamayacağın bir kavramdan...

Süper(!) fikri olan adam, çalınmasından korkarak, kendine saklar, kimseye anlatmaz.
Anlatmadıkça içinde büyür şişer, çoğunlukla da patlar. 

Olabildiğince çok kişiye anlatmak, aslında fikir hayata geçtiğinde, kullanıcı ne tepki verecek sorusuna cevap aramaktır. 
Bir anlamda fikri hayata geçirmek, realize etmektir.
Çünkü özellikle sahibine ilk önce çok anlamlı gelse de bazen bırakın ürün haline getirmeyi, daha anlatırken bile fikir çürüyebilir ve anlamsız hale gelebilir. Vazgeçersin.

Buradan, "fikrini beğenmezlerse, değersizdir" anlamı çıkmasın. Sonuçta paylaştığın fikre dair geribildirimler, eleştiriler, övgüler, ne fikrinin çürümesi ne de ispatlanması için değildir.
Amaç, İnanmaktır. 
Yani fikrinle iligli aldığın onlarca eleştiri, övgü, yönlendirme sonrasında, 
kendin hala aynı ölçüde inanıyor isen ve hayata geçirme konusunda aynı kararlılıkta isen, yapmaya değer.