15 Ekim 2012 Pazartesi

Android için kötü günler geliyor (mu)

Bir önceki yazımda Asıl rakip Windows 8 demiştim. Windows 8 in ve tabletin lansman tarihi yaklaştıkça, üstüne bir de Apple'ın "iPad mini" si eklenince, bu yazımı destekleyen görüşler, Android camiasında da oluşmaya başladı.

Android'in en büyük avantajı fiyat, ancak iPad Mini ve Windows tabletlerin piyasaya girişi, bu avantajı da ortadan kaldıracaktır. Windows'un, "hem tablet, hem de dokunmatik ekranlı bir PC" konseptli cihazları ise, iPad 'in getirdiği kısıtlardan rahatsız olan kitleyi hedefleyecektir. Bu durumda, öngördüğüm gibi, Android vs iOS olarak şekillenen pazar, Windows 8 vs iOS olarak dönüşecektir. Andorid'in birşeyler yapması şart, ancak arkasında bir kurum bulunmaması, adım atmasını zorlaştırıyor.


2 Ekim 2012 Salı

Asıl rakip Windows 8

iOS'un kullanıcı deneyiminde lider olduğu akıllı telefon ve tablet pazarında, bugüne kadar Android rakip olarak yer alıyordu. Ancak iki işletim sistemi arasındaki rekabette her zaman iOS bir adım önde yer alıyordu. Bunun da en önemli nedeni, iOS un arkasında Apple gibi oturmuş ve adanmış bir firma olması. Oysa Android, her ne kadar Google destekli olsa da, arkasına sağlam bir desteği hiçbir zaman alamadı.

Artık iOS'u zorlayacak olan asıl rakibin, Windows 8 olmasını bekliyorum.
Windows 8 cihazlar, Microsoft'un dağıtım / pazarlama / reklam gücünü arkasına almasının yanı sıra
Apple'ın yaptığı gibi, her cihazda aynı deneyimi yaşatan yaklaşımı ile güçlü bir alternatif olacaktır.
Üstüne bir de, hala pazarda en önemli paya sahip Windows kişisel bilgisayarlar ile entegre çalışacağını düşünürsek, haklı çıkma ihtimalim çok yüksek.

25 Temmuz 2012 Çarşamba

"Adamlar yapmış abi"

Özellikle meşhur Apple sunumları ile birlikte, ürün sunumları farklı bir eksene oturdu.
Ve akılda şu cümleler uçuşmaya başladı.

Şüphe: "Acaba ürün gerçekten iyi mi? Yoksa çok iyi sunulduğu için mi , iyi olduğu izlenimi ediniyorum."
Olumsuz Önyargı: "Özelliklerine bakınca  iyi gibi, ama sunum abartı olduğuna göre, bir bit yeniği vardır kesin."
Olumlu Önyargı: "Adamlar ürünü bu kadar iyi sunabildiğine göre, illa ki ürün de iyidir"
Gerçek:  "Adamlar yapmış abi."

Ürün dediğin, yarattığı algı (soyut) ve kalite (somut) toplamıdır.
- Kalite eh işte, ama algı iyi ise (bunu başarmak zordur), bir süre ekmek yersin.
- Kalite iyi, ama algı zayıf ise, cesaret edip ürünü tercih edenler tatmin olur. Belki eşe dosta da tavsiye eder.
- Hem kaliteyi, hem algıyı birlikte tutturursan. "Adamlar yapmış abi" dedirtirsin.


17 Nisan 2012 Salı

Kısa yaz, uzun yaşa

Bir arkadaşım, yazdığı blog yazısını paylaştı. Çok özen gösterdiği ve emek harcadığı belli, bilgi yoğun bir yazıydı. Bilgi yoğun olunca da , doğal olarak uzundu. Okuduktan sonra bir düşündüm. Yazı güzel, bilgi güzel ancak uzun. Pekii kaç kişi "tamamını" okumaya vakit ayırmıştır? Yani görüntüleme sayısı, okunma sayısı mı demekti?

Sonra bir ders çıkardım. Arkadaşım, zaten başlıklara ayrılmış olan bu yazıyı, bölüp, parça parça yayınlasa daha iyi ederdi.
Eskiden de çok okumayan bir toplumduk, ancak internet, okuma süresini çok kısalttı. İnsanlar artık daha hızlı yaşıyorlar bu nedenle de gün içinde bir çok şeyi aynı anda yapmaya çalışıyorlar. 5 dakika durup, bir yazıyı okuyup anlamak çok uzun bir süre gibi gelmeye başladı. Blog yazarları olarak ben dahil, geliştirmemiz gereken konulardan biri de bu olacak. Daha kısa ve öz yazılar yazabilmek... Neydi internet hizmetinin en temel kuralları? Kullanıcıya odaklan, takip et, kendini yenile.

29 Şubat 2012 Çarşamba

Sosyal Ağlar bizi bozar mı?

Facebook, Twitter gibi sosyal ağları hepimiz kullanıyoruz, paylaşımlarda bulunuyoruz. Ama aynı zamanda tam olarak neden kullandığımıza ya da bu ağları nasıl ve ne amaçla kullanmamız gerektiğine henüz tam karar veremedik.

Karar veremeyince de şöyle yakınmalar olabiliyor.
"bu twitter çok vakit alıyor" ,
"facebookta geyikten ve kedi videolarından başka ne var?" ,
"arkadaşım senin öğlen nerede ne yediğinden, akşam nereye gittiğinden bana ne?" ... gibi.
 Bu yakınmaların haklılık payı var elbette. Ancak paylaşılanları şöyle bir filtrelediğimizde, çok farklı içerikleri de görebiliyoruz.
Akşam haberlerinde irdelenmeden geçilen bir haberin çarpıcı detaylarına, dünyada olup bitenin, bize yansıtılandan çok farklı olduğunu anlatan görsel ve yazılı kaynaklara erişebiliyoruz.
Dahası, henüz televizyonların flaş haber olarak bile duyurmadığı güncellikte haberlere, muhabirlerin olay yerinden aktarımlarına rastlayabiliyoruz.
Ortadoğu ülkelerinin halklarının , "devrim yapmak"  için sosyal ağları kullandığına şahit olabiliyoruz.
Bunun üzerine, kendimiz gibi düşünen insanların yorumlarını paylaşıp, düşüncelerini benimsemediklerimizle fikir alışverişine girebiliyoruz.

Bu noktada kritik soru şu:
Sosyal ağlar; yeni sivil toplum alanı mı? yoksa , magazin ve eğlence ortamı mı?
Bu soruya cevabım net. Hem ikisi de değil, hem de ikisi birden. Çünkü günlük hayatta ne varsa, paylaşılanlar da onu yansıtıyor.
Tabii günlük hayatta var olanlar önce de vardı, şimdi ne oldu da bu kadar paylaşılabilir oldu?
Bunun cevabı da kısaca şu olur; "imkan doğdu" :)
Evet , artık elimizin altındaki küçük bilgisayarlarla çok az emek harcayarak, bilgiyi yayabiliyoruz.
Bu nedenle aslında sosyal ağlar bir çeşit "Yeni Nesil İletişim Kanalı" olarak tanımlanabilir.


"İletişim kanalı" diye ağır bir anlam yüklemekte çok da haksız sayılmam herhalde.
Nasıl ki, telefonda konuşmak ile e-posta yazıp derdini anlatmak arasında bir üslup farkı var ise, sosyal medyada iletişim kurmanın da kendine has üslubu var ve insanlar genelde bu üsluba uyarak iletişim kuruyor. 
Bugün "en kurumsal benim" diyen firmalar bile, kendi kurumsal ifade tarzını bir kenara bırakıp, sosyal medya jargonuna uyarak bu kanal üzerinden müşterileriyle temasa geçiyor.

Yeni çağda,çok yönlü ve etkili bir haberleşme kanalı olarak internet geliştirildi. Bu haberleşme kanalının bir ürünü olarak da "sosyal ağlar" doğdu.
Ancak sonuçta bu yeni iletişim kanalını kullanan insanın kendisi çok da değişmedi.
Twitter'da, Facebook'ta  rastladığımız , bazen magazin , bazen geyik, bazen toplumsal mesaj içeren paylaşımlar, paylaşan insanın ürettiklerinden ibaret. Bulunduğu sosyal ağın bir ürünü değil.

Paylaşmak insanın doğasının gereği. İmkanlar daha kısıtlıyken, mektup, telefon kullanıyorduk, imkanlar arttı internet kullanıyoruz. Zaten hergün geyik yapıyorduk, ya da zaten hergün memleketi kurtarıyorduk, şimdi aynı şeyleri farklı bir şekilde, daha farklı seçeneklerle (resim, video, link paylaşarak), ve artık tüm dünyanın erişebildiği bir ortamda yapıyoruz.
Tabii ki bu yeniliğin günlük yaşama getirdiği büyük değişimler ve kolaylıklar var. Önemli olan hala gelişmekte olan bu yeni nesil iletişim kanalını , "nasıl daha etkili kullanabiliriz" diye kafa yormak.

30 Ocak 2012 Pazartesi

Korkunun twite faydası yok

Bir ortamda sansür ya vardır, ya da yoktur. Bunun ortasının olabileceğini düşünmüyorum. Ve bugüne kadar gördüğüm şu: "herhangi bir konuda sansür uygulaması bir kere ortaya çıkınca, küçük bir alanda kalmıyor ve artık güç kimin elindeyse onun silahı oluyor".
Tabii kimse direkt olarak sizi engelliyoruz demiyor. Korkuyla yönetim politikaları dünyaya o kadar hakim olmaya başladı ki, çoğu kavramda olduğu gibi "sansür"ün de anlamında bir kayma sözkonusu. Öyle ki, sansür yerine "internet paketi" deyimi bile kullanılır oldu.
 
Geçtiğimiz günlerde "özgür ortam Twitter", bazı ülkelerde yasalara aykırı mesajların bundan böyle engellenme imkanının bulunduğunu bildirdi.

Twitter'dan yapılan kurumsal açıklamada, "Bazı ülkeler bizim fikirlerimize öyle ters ki orada varolamıyoruz. Bazıları da bize benziyor, ancak tarihi ya da kültürel nedenlerden dolayı bazı mesajları yasaklıyorlar, Fransa ve Almanya'nın Nazi yanlısı mesajları yasaklaması gibi" ifadesi kullanıldı.

Önce şahsi görüşümü belirteyim, twitter gibi isteyenin istediğini takip ettiği, istemediğini blocklayabildiği bir ortamda, insanların başkasının özgürlüğüne müdahale eylemlerine girmediği sürece Nazi yanlısı bile olsa (kökten karşı olduğum ve hastalıklı bulduğum bir düşünce olmasına rağmen) fikirlerini bildirmelerinin sansürlenmesi bana gereksiz ve komik geliyor. Çünkü bashettiğimiz ortam internet, ve bu insanlar zaten twitterda olmasa bir başka ortamda bu görüşlerini birbirleriyle paylaşacaklardır.
Yapılan sansür değil, "mecra değiştirmeye zorlama" olacaktır. Git topunu başka yerde oyna demekle, top oynanmasını engellemiş olmuyorsunuz.
Bir düşüncenin sakıncalı olduğunu düşünüyorsanız, yapmanız gereken bu fikri çürütmek için görüşünüzü sağlam verilerle destekleyip kitlelere ulaştırmak ve onları ikna etmeye çalışmak olmalı. Fikrin yayılmasını engellemeye çalışmak ya da yok saymak, ancak kolaya kaçmak, hatta acizlik göstergesi olur.

Twitter'ın böyle bir sansür uygulamasına zorlanması, ister istemez akıllara "Arap Baharı", "Occupy Wall Street" gibi hareketlerden korkulduğu ihtimalini getiriyor. Ancak insanların amacı biraraya gelmek, birşeye karşı koymak ise, bunu sansürle engellemenin çok da mümkün olmayacağını hesaba katmak lazım.

Engellenen bir mesajın  tüm dünyada değil sadece talep eden ülkelerde engelleneceğini belirten Twitter, "Henüz bu kapasiteyi kullanmadık ancak bizden belirli bir ülkede bir mesajın engellenmesi istenirse, internet kullanıcısıyla temasa geçmeye çalışacağız ve mesajın ne zaman engellendiğini açıkça belirteceğiz" demiş.

Türkiye'de de çok defa karşılaştığımız, "internet sitesinin erişimini tamamen engelleme" komedisi ortada dururken, Twitter'ın, bulunduğu ülkelerin yasalarını dikkate almamasını beklemek haksızlık olur. Bu nedenle Twitter neden sansüre boyun eğiyor diyemem.
Ayrıca çoğu küresel çaptaki internet sitesinin yaptığı gibi, ülkeye özel sansür uygulanarak, bir içeriğe erişimi tamamen imkansız hale de getirmemiş oluyorlar.
Yani internet siteleri ve kullanıcıları, paylaştıkları içerikleri istedikleri insanlara bir şekilde zaten iletebiliyorlar.

İnternetten fikir paylaşımı ile ilgili tüm sansür uygulamalarının temelinde yatan davranış, demokrasi ve özgürlük kavramını bile henüz benimseyememiş yönetimlerin, genelde teknoloji, özelde internet çağının gerisinde kalmasıdır.  Yönetemediği birşeyi tamamen yasaklamaya çalışmasıdır. Oysa çağı yakalamaları, bu yönetimler için bile, hem fikirlerini yayma, hem de daha fazla özgürlük sunma fırsatı olabilir.


2 Ocak 2012 Pazartesi

Negatifi pozitife çevirme

Star Televizyonu 2012 ye yeni logosuyla girdi. Sosyal medya geyiklerine bakılırsa, beğenilmemenin ötesinde, hem logo hem kurum, alay konusu oldu. Son olarak , absürd haber sitesi zaytung.com, logonun, 6 yaşında bir çocuğun logo yarışmasına gönderdiği resimden ortaya çıktığı haberini yaptı.

Logo değiştirmek, bir kurum, bir marka için çok esaslı ve dikkatle yapılması gereken bir harekettir. Çünkü insanların akıllarında yer etmiş bir resmi, bir anda yok ediyorsunuz ve yerine bir başka resmi yerleştirmeye çalışıyorsunuz. Hem de aynı bilinirliği koruyarak. Bunu Turkcell çok başarılı bir geçişle yaptı. İnsanların kafasındaki "Turkcell Antenleri"ni korudu. Böylece yeni logo yadırganmadı bile. Ancak görünen o ki, her kurum her zaman bu derece başarılı olmayabiliyor.

Dünyanın bu kadar hızlı dönmediği zamanlarda ,Start TV nin logo değiştirmesi çok daha az tepki alırdı, ancak günümüzde dev bir kurumdan, bireylere kadar herkes her hareketinin anında tepkisini alabiliyor.
Bu, kesinlikle pozitif olarak değerlendirilmesi gereken bir durum. Çünkü bunun anlamı, her adımınızla ilgili olabildiğince çok geribildirim alabildiğiniz ve bu geribildirimleri değerlendirerek, daha doğru adımlar atabilme şansınızın olmasıdır.

Konunun özüne dönersek, vermek istediğim mesaj şu:
Ulusal bir televizyon kanalı için, yeni logosunun beğenilmemesi, geyik konusu olması, hatta alay edilmesi, çok negatif bir durum gibi görünebilir. Ancak unutulmamalı ki, yeni medya düzeninde herkesin elinde aynı silahlar mevcut, ve ortaya çıkan her negatif durumu aynı hızla pozitife çevirmek mümkün.

Ben Star Televizyonunu yönetiyor olsaydım, anında şu anlama gelecek bir açıklama yapardım.
"Yeni logomuzla 2012 ye girdik, ancak gördük ki, Star TV halkımız tarafından o kadar sahiplenilmiş ki, logomuzun değişmiş olmasına razı değiller. Biz de onların hassasiyetlerini dikkate alacağız."

Hemen ardından "kurumsal kimliğe uygun" yeni 3 adet farklı logo tasarlatıp, "Halkın televizyonunun logosunu halk seçecek" gibi bir sloganla internetten bir anketle yeni logoyu izleyicilerin seçeceğini duyururdum. Bunu yaparken de, özellikle "halkı dikkate alma" ve "yeni medya düzeninin hızına en iyi uyum sağlayan televizyon kanalı" sıfatlarını ön plana çıkaran bir kampanya yürütürdüm.

 Belki bazıları bu hareket için, "kurumsal duruşa yakışmaz" yorumu yapabilir. Ancak bence öyle ya da böyle, kurumsal duruş denilen şey de günün birinde yeni düzene ayak uydurmak zorunda kalacak. Bu yeni düzene ne kadar hızlı adapte olunursa, (kuralları değişen yarışa), o kadar önde başlanılır.